Page 598 - Basında Çanakkale Zaferi 1915
P. 598

ANAFARTALAR KAHRAMANI
                                                                         Basında
                                MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE              ÇANAKKALE
                                MÜLAKAT                                                       Yeni Mecuma Fevkalade Nüshası, Mayıs 1918
                                                                          ZAFERİ
                                                                          1915-1916


                                      “Şüphe yok ki Paşa, sükûnetli dakîkalarının boşluğunu edebiyâtla dolduruyor”










                                                                            132


                    müheyyâ olarak içtimâ‘ ettirmiş bulun-  Beş on dakîka sonra girdi. Bulamamış.  küçük  bir istirâhat vermelerini söyledim.
                    duran 57’inci alay; meşhûr bir alaydır bu,   Paşa gülümseyerek müsâade istedi. Bizzât  Denizden mestûr olarak 10 dakîka kadar
                    çünkü hepsi şehîd olmuştu, kumandanları   kendi gitti. Ben yalnız kaldığım müddet- tevakkuf edecekler, sonra beni ta‘kîb ede-
                    ve sertabîb ve bir yâverimle bir emir zâbi-  çe odayı seyrettim. Duvarlarda hep asker  ceklerdi. Ben de, orada bir Aptalgeçidi
                    tim beraber olduğu hâlde içtimâ‘ mahalli-  resimleri, Balkan muhârebesinin, Trablus   vardır. O Aptalgeçidi’nden “Conk” Bayı-
                    ne gittim. Basit bir tertîple “Bigalı Deresi”   muhârebesinin, Hareket Ordusu yürü-  rı’na gidecektim. Yanımda yâverim, emir
                    boyunca giden yol üzerinde alayı bizzât   yüşünün, Mekteb-i Harbiye talebeliğinin   zâbitim ve sertabîb ile oralarda tekrar
                    yürüyüşe geçirerek “Kocaçimen” Tepesi’ne   hâtıraları asılıydı. Bir kelebek şeklinde açıl-  bulduğumuz Fırka Cebel Topçu Taburu
                    tevcîh ettim. Yolda giderken kumandanla-  mış şal örtünün altında Paşa’nın genç Ka-  Kumandanı olduğu hâlde evvelâ atlı ola-

                    rına olsun, sertabîbe olsun şifâhen îzâhât-ı   zak zâbitlerini hatırlatan kalpaklı ve haşîn   rak yürümeğe teşebbüs ettik. Fakat arâzî
                    lâzime veriyordum. Ta‘kîb ettiğimiz dere-  bakışlı bir agrandismanı vardı. Yazıhânesi   müsâit değildi. Hayvanları bıraktık. Yaya
                    den bizi Kocaçimen’e îsâl edecek muayyen   üzerinde bir gümüş Çerkes kamasının yanı   olarak “Conkbayırı”na vardık. Şimdi bura-
                    bir yol olmadıktan başka “Kocaçimen”e   başında Balzak’ın “Kolonel Şaber”i, Mopa-  da tesâdüf ettiğimiz sahne en enterasan bir
                    varmak için atlamaya mecbûr olduğumuz   san’ın “Bul dö Süif”i, Lavedan’ın “Servir”i   sahnedir. Ve vak‘anın en mühim anı bence
                    sâha da pek ziyâde fundalık, sa‘bü’l-murûr,   duruyordu. Şüphe yok ki Paşa, sükûnetli   budur.
                    kayalıklı derelerle mâlî idi. Bir yol bulup   dakîkalarının boşluğunu edebiyâtla dol-  Burada muhâtabım tekrar bir sigara
                    kıt‘ayı sevke delâlet etmesi için topçu tabu-  duruyor. Zîrâ harp sâhasında kalın palto-  yaktı. Ve birkaç yaprak daha çevirdikten
                    ru kumandanını tavzîf ettim.           larla, kaba çizmelerin içinde uykusuz beş
                                                           altı gece geçiren bu adam salonlarda pek   sonra, harîtasını alıp şöyle îzâh etti:
                       - Zât-ı âlîniz ne ile gidiyorsunuz efen-  meharetle vals edermiş; tanıyanlar Mus-
                    dim?                                                                             Bu esnâda “Conkbayırı”nın cenûbun-
                                                           tafa Kemal Paşa’yı yalnız gözü yılmaz bir  daki 261  rakımlı  tepeden “Conkbayırı”na
                       - Ben? Atla!... Bu kumandalar da atların   kumandan diye değil, aynı zamanda salon-  doğru ....’ıncı alaydı ki bu alay .... fırkanın
                    üzerinde tabîî. Biz hepimiz kıt‘anın başın-  larda pek lezzetle aranan nazik, terbiyeli ve   bir alayıdır, sâhilin tarassut ve te’mînine

                    da gidiyoruz. Onlar yaya gidiyorlar. Bu zât   zekî bir kavalye diye anıyorlar.  me’mûren oralarda bulunan bir müfreze
                    kayb oldu. Ondan sonra batarya kumanda-
                                                              Büyük  bir  aynanın  yanı  başında  asılı  efrâdının Conkbayırı’na doğru koşmak-
                    nını me’mûr ettim. Bu da başını alıp Koca-
                                                           duran bir fotoğrafi dikkatimi celb etmişti.  ta, kaçmakta olduğunu gördüm. Size şu
                    çimen Tepesi’ne kadar gitmiş, delâletinden   Ona bakıyordum: Yeniçeri kılığında Mus-  muhâvereyi aynen okuyacağım. Bizzât bu
                    istifâde edilemedi.
                                                           tafa Kemal Paşa. Tam o esnâda kendisi,   efrâdın önüne çıkarak: (Okumağa başladı)
                       - Yani müşkilât. Muhârebenin kurşun-  elinde harîtalar, içeri girdi. Ve ona baktı-
                    lardan, güllelerden evvelki sıkıntıları!  ğımı görünce gülümsedi. Kalın ve azimkâr   - Niçin kaçıyorsunuz, dedim.
                       - Evet. Bizzât yol bulmak ve müfrezeyi   sesiyle:                             - Efendim, düşman dediler.
                    oradan sevk etmek sûretiyle Kocaçimen     - Evet, Sofya’da bir bal kostüme hâtırası   - Nerede?
                    Tepesi’ne muvâsalât edildi. Şimdi “Kocaçi-  dedi.                                - İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdi-
                    men” Tepesi’ni tasavvur buyurun: “Kocaçi-  Yine, şal örtülü masanın başına geç-  ler. (Defteri bıraktı) Filhakîka düşmanın
                    men” şibh-i cezîrenin en yüksek tepesidir.   tik. Ve 12 Nisan muhârebesine avdet ettik.   bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış

                    Fakat Arıburnu noktası zâviye-i meyyite   Paşa.                               ve kemâl-i serbestiyle ileriye doğru yürü-
                    içinde kaldığından buradan görülmüyor.    - Binâenaleyh, diye başladı, anlıyorsu-  yordu. Şimdi vaz‘iyeti düşünün (Gülümse-
                    Şimdi şu harîtadan bakın.              nuz ki, orada denizde bulunan gemilerden   di) Ben kuvvetlerimi bırakmışım efrâd on
                       Sir  Hamilton’un  raporunda  bulunan   ve zırhlılardan başka hiçbir şey görmedim.   dakîka istirâhat etsin diye. Düşman da bu
                    harîtalardan birine baktık. Bu vaz‘iye-  Düşmanın  karaya  çıkmış  piyâdesinin  he-  tepeye gelmiş. Demek ki düşman bana be-

                    ti pek etrâflı anlatamıyordu. Paşa çın-  nüz oradan uzak olduğunu anladım. Efrâd   nim askerlerimden daha yakın. Ve düşman
                    gırağı gene çaldı. İki dakîka sonra ka-  o  müşkil  arâzîyi  bilâ-tevakkuf  kat‘  etmek   benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim
                    pının yanında bir mahmûz şıkırtısı...   yüzünden yorulmuş ve yürüyüş umkî  pek fenâ bir vaz‘iyete düçâr olacaktı. O za-
                    Asker, Paşa’nın askerî ceketindeki cep-  pek ziyâde derinleşmişti. Alay ve batarya  man, artık bu, bilmiyorum, bir muhâkeme-i
                    ten harîtayı alması için emr telâkkî etti.    kumandanına efrâdı tamâmen toplayıp   mantıkıye midir, yoksa sevk-ı tabîiye midir,












                                                                            598
   593   594   595   596   597   598   599   600   601   602   603