Page 414 - Basında Çanakkale Zaferi 1915
P. 414

Basında
                                ZAFERİN İSİMSİZ                     ÇANAKKALE
                                KAHRAMANLARI                                                                          Sabah, 3 Eylül 1915
                                                                          ZAFERİ
                                                                          1915-1916

                                       “Din ve millet yoluna iki kolunu da feda etse idi yine ben sözümden dönmez,
                                                        Mehmed Onbaşı’dan başkasına varmazdım”



                      Binnaz’dan Arıburnu’nda kolunu kaybeden nişanlısına:    etme, hepsini sırası ile anlatacağım’ diyordu. Filhakika ninesinin
                      “Ben sözümden dönmezem Mehmed Onbaşı…”                  uzattığı büyük bir fincan kahveyi içmeğe başlarken aheste bir
                      İzmir’in arslan yürekli Türk yavruları yetiştiren bir köyünde   sada ile, geçirdiği sergüzeşti anlatmağa başladı:
                      doğmuştu. Daha çocukluğundan beri pek cesur, pek mert idi.   - Tamam dört ay evvel taburumuz Çanakkale’ye gönderildi.
                      Hiçbir şeyden gözü yılmaz, hiçbir tehlikeden korkmazdı. Kalbi   Arıburnu tarafına memur edildik. Burada düşmanla çok şiddetli
                      de vücudu gibi metin ve âlîcenap idi. Kaç defa köyün içinden   cenkleştik. Gece gündüz süngü süngüye harp ettik. Son günlerde
                      geçen çay taşarak evleri su bastığı zaman pervasızca sularla   bir parça sükunet başladı. Süngü muharebeleri hafifledi. Derken
                      cenkleşerek omuzlarında ihtiyarları, çocukları kurtarmıştı. Kaç   günün birinde birkaç parça düşman gemisi gelerek sahil boyunu
                      defa da hastalanan komşularının tarlalarında yardıma koşmuş, aç   topa tutmağa ve arkalarındaki gemilerden asker çıkarmak için
                      kalanların imdadına yetişmişti. Mehmed Onbaşı bu kahramanlığı   hazırlanmağa başladılar. Biz bu karaya çıkacak askeri karşılamak,
                      ve âlîcenaplığı ile daha küçükten yalnız köyünde değil bütün   denize sürmek için memur edildik. Düşün nineciğim ne kadar
                      civar köylerde dahi tanınmış, herkes Mehmed Onbaşı’dan bahs   şerefli, ne kadar büyük bir vazife idi. Hepimiz gülerek, söyleyerek
                      ederken “Allah için çok yiğit adamdır” gibi takdirkâr bir cümle   hareket ettik. Bir tepenin arkasında toplandık. Düşman gemileri
                      ilavesine başlamıştı.                                   topları ile deniz kenarını, tepeyi, hatta tepenin arka tarafını
                      Mehmed Onbaşı yirmi yaşına basıp askerliği çıktığı zaman çok   bile şiddetle bombardıman ediyor, her tarafa bir gülle yağmuru
                      sevinmişti. Zaten onun en büyük emellerinden biri kendisini   düşüyordu. Bu ateş bir müddetler devam ettikten sonra nakliye
                      asker elbisesiyle, haki kalpağı şöyle bir parça yana mütemayil,   vapurlarından karaya asker çıkarılmağa başlandı. Bu müddet
                      belinde palaska, elinde silah görmekti. Askerlik kendisine   zarfında biz de hazırlığımızı yaptık, düşman gelmezden evvel
                      hiç de yabancı bir şey değildi. Babası, büyük babası, amcaları   tepeyi tutmak için ilerlemeğe başladık. Düşman gemileri hâlâ
                      hep askerlik etmiş, amcazadelerinden biri zabit bile olmşutu.   cehennemler gibi ateşler fışkırıyor, tepeye kimsenin yanaşmaması
                      Eski Moskof Muharebesi’nde Kafkas dağlarında şehid düşen   için mütemadiyen top atıp duruyordu. Biz bu ateşe aldırmayarak
                      büyükbabasının intikamını almağı ise hiçbir zaman unutmamıştı.  ilerliyorduk. Türk’ün kalbi hiç toptan, gülleden korkar mı? Hiçbir
                      Mehmed Onbaşı askerliğini Rumeli’de yaptı. Bu güzek (güzel)   Türk şehadet gibi bir nimetten kaçar mı?
                      diyarın her biri bir inciden daha latif, bir pırlantadan daha parlak   Biz tepenin yarısına gelmiştik ki, düşman kuvvetleri de sahile
                      olan şehirlerinde, o zümrüt gibi yeşil ovalarında, tepeleri göklere   çıkmış, tepeye doğru ilerlemeğe başlamışlardı. Onlardan evvel
                      erişmiş dağlarında tamam üç sene dolaştı. Üç sene sonra köyüne   yukarı çıkmak için adeta koşmağa başladık. Gülleler sağımıza
                      döndüğü zaman daha ağırbaşlı olmuş, dünyanın ne demek   solumuza düşüyor, tozu dumana karıştırıyor, şarapneller havada
                      olduğunu daha iyi anlamıştı. Askerliği esnasında gösterdiği   mütemadiyen patlıyordu. Fakat hiçbirimiz aldırmıyor, vatan
                      işgüzarlıklardan dolayı onbaşılığa terfi edilmişti. Bu sebeple   şarkısı söyleyerek ilerleyen zabitlerimizden geri kalmamak için
                      köydeki mevkii de birkat daha yükselmişti.              acele ediyorduk.
                      Avrupa’da umumi cenk başlayıp her tarafta ordular silah altına   Nihayet tepeye çıktık. Düşman epeyce yaklamıştı. Derhal lazım
                      çağırıldığı zaman Mehmed Onbaşı da hemen kasabaya koşmuş,   gelen vaziyeti aldık ve : ‘Allah Allah’ diye düşmana saldırdık. Ah
                      silahını yakaladığı gibi taburuna iltihak eylemişti. Köyden   nineciğim, sana nasıl anlatayım bilmem. Artık toplar, tüfenkler,
                      ayrılırken pek şen, pek neşeli idi. Hareketten bir akşam evvel   şarapneller hep susmuştu. Her taraf derin bir sükûnet içinde idi.
                      nişanlısı Binnaz ile büyük çınar ağacı altında görüştükleri zaman   Yalnız süngüler işliyor ve süngülerin çatışmasından hâsıl olan
                      Binnaz’ın gözlerini yaşarmış görünce, adeta izzet-i nefsinden   bir sada işitiliyordu. Güneş de bu kızılca cenkleşmeden korkmuş
                      yaralanır gibi olmuş ve:                                gibi bir bulut arkasına çekilmişti. Bir saat mi, beş saat mi, ne
                      - Bana bak Binnaz, Mehmed Onbaşı’nın kadını olacak kız,   kadar olduğunu bilmiyorum, mütemadiyen çarpıştık. Süngüm
                      nişanlısı cenge giderken ağlamaz… Haydi o güzel gözlerini sil   bir dakika boş durmadı. Birinden çıkarıp ötekine batırıyordum.
                      bakayım… demişti. Mehmed Onbaşı bu sözleri o kadar ciddiyetle   Fışkıran kanlarla üstüm kıpkırmızı olmuştu. Yaralanan, şehid
                      söylemiş idi ki, Binnaz ağzını açmağa cesaret edememiş ve   düşen arkadaşların intikamını almak için daima saldırıyordum.
                      gözlerini silerek nişanlısının kahraman çehresini bir müddet   Belki elli, belki yüz düşmanı şişledim. Yanımdaki arslanlar da
                      seyrettikten sonra ayrılmıştı.                          hep benim gibi saldırıyordu. Bu hücum seli karşısında dağ taş
                      Ertesi sabah erkenden askere gidecek dalikanlılar dere başında   bile dayanamazdı. Düşman yavaş yavaş geri çekilmeğe başladı.
                      toplanmışlardı. Güneş henüz ilk kızıllıkları ile ortalığı yaldızlar   Biz de İngiliz lâşeleri üzerinden atlayarak peşini bırakmıyorduk.
                      iken davul zurna “Ey gaziler!...” türküsünü çalmağa başlamış,   Artık denize iki parmak yer kalmıştı. Bu sırada iki süngü üzerime
                      ihtiyarların elleri öpüldükten sonra kafile yola çıkmıştı. Mehmed   doğruldu. Kendimi korumak için yan döndüm. Fakat bir başka
                      Onbaşı en önde asker adımlarıyla ilerliyor ve tâ uzakta bir kaya   süngü sol koluma saplandı. Arkadaşlar yetiştiler, intikamımı
                      üstünde kendisini gözleriyle takip eden Binnaz’a mendilini   aldılar. Beni de geriye gönderdiler.
                      sallayarak şarkıya iştirak ediyordu: ‘Kal selamet nazlı yârim…’  Günlerce hastahanede baygın bir halde kaldım. Süngü kolumu
                                               ***                            boydan boya parçalamıştı. Yaram ağır idi. Hastahanede o kadar
                      Tamam bir sene sonra yine bir yaz sabahı idi. Ortalık henüz   iyi baktılar ki işte az zamanda iyileştim ve kemal-i rahatla
                      ağarırken, bülbüller ilk şarkılarını okumağa başlarken Mehmed   köyüme gönderildim. Şimdi neden mektup göndermediğimi
                      Onbaşı ağır adımlarla köye giriyordu. Köy henüz pür-samt u   anladın mı?
                      sükûn idi. Bu latif sabah serinliğinde herkes tatlı tatlı uyuyordu.   Bütün bu hikayeyi kâh tatlı tebessümlerle, bazen pür-heyecan,
                      Mehmed Onbaşı sabahın bu mahmurane letafetini içiyormuş gibi   bazen de pür hırs u intikam dinlemiş olan bu saf kalpli, mert
                      büyük büyük nefesler alarak ilerliyordu. Birçok evleri geçtikten   yürekli Türk ninesi oğluna sarılmış ve koca kahramanın alnından
                      sonra küçük, iki katlı bir bina önünde durdu. Kapıya usulca   derin bûseler almağa başlamıştı. Mehmed Onbaşı ninesinin
                      dokundu. İçeriden hiçbir ses gelmedi. Bu sefer daha şiddetlice   âgûşundan ayrıldıktan sonra dedi ki:
                      kapıyı tıkırdattı. Birkaç dakika sonra yukarı pencere sürüldü,   - Yalnız bir şey beni düşündürüyor: Acaba Binnaz benim gibi bir
                      kafes arkasından bir ses sordu:                         kolu sakat olan adama varmağa razı olacak mı?
                      - Kimdir o?...                                          Bu suale ninesinin cevap vermesine lüzum kalmamıştı. Erkenden
                      - Benim ana ben… Kapıyı aç.                             nişanlısının kapısı(nın) çalındığını işiterek meraklanan ve acele
                      Yukarıdan: ‘Evladım!...’ diye bir nidayı müteakip evin içinde   ile açık bırakılan sokak kapısından usulca yukarı çıkarak bütün
                      birinin süratle merdivenleri atladığı işitilti. Bir dakika sonra kapı   bu kahramanlığı dinleyen Binnaz kendi ağzı ile i‘tâ-yı cevap
                      açılmış, Mehmed Onbaşı ninesinin âgûşuna düşmüştü.      etmiş, ‘Din ve millet yoluna iki kolunu da feda etse idi yine ben
                      Yukarı çıktıkları zaman ninesinin ilk şaşkınlığı geçmiş, şimdi   sözümden dönmez, Mehmed Onbaşı’dan başkasına varmazdım’
                      birbiri arkası sıra mütemadiyen serzenişkârane sualler sorumağa   demişti.
                      başlamıştı. Neden bu kadar zamandan beri sıhhatinden hiçbir                       ***
                      haber vermemişti? Ninesini düşünmemişse bile Binnaz’ı, o taze   Bundan onbeş gün sonra Mehmed Onbaşı ile Binnaz’ın
                      nişanlısını neden hatırına getirmemişti! Yaralandığını Çakır   nikahları kıyılmış ve o gün kasabadan gelen bir kağıtta Mehmed
                      Hüseyin’den gelen mektupta işittikleri halde kendisinin iki sözle   Onbaşı’nın çavuşluğa terfi edilerek kendisine maaş bağlandığı
                      meraklarını teskin etmemesine sebep ne idi?             bildirilmişti.
                      Mehmed Onbaşı ninesinin bu mütelâşiyane suallerine,     E.T.”
                      serzenişlerine tatlı tebessümlerle mukabele ediyor ve ‘Acele                                  Sabah, 03.09.1915

                                                                            414
   409   410   411   412   413   414   415   416   417   418   419