Page 228 - Basında Çanakkale Zaferi 1915
P. 228

KARA
                                                                         Basında
                                SAVAŞLARI /                         ÇANAKKALE
                                KUMKALE MUHAREBESİ                                                            Tasvir-i Efkâr, 8 Mayıs 1915
                                                                          ZAFERİ
                                                                          1915-1916


                                  “Derin âfâkı titreten bir “Allah… Allah…” sadâ-yı ekberi, ovayı dağ ve sırtları kaplıyor”








                      28 Nisan’da “Kumkale Muharebesi” nasıl kazanıldı?
                      Tasfir-i Efkâr, 25 Nisan’da başlayan kara savaşlarının Kumkale cephesini, düşmanın çıkartmasını bir tepeden izleyen tanığın
                      ağzından şöyle naklediyor:
                      “(…) Firarî ve bozgun düşmanın kanları ile boyanmış bir saha üzerinde yükselen bu şanlı ve parlak har vâkı‘alarına sahne
                      teşkil etmiş olan darü’l-harekelerden biri de ‘Kumkale’ civarıdır.

                      Şafak Sökerken:
                      (…) Nisan’ın 12’inci Pazar günü sabahı. Sabah alafranga saat dört. Henüz şafak bile sökmemiş, hayal meyal düşman filosunun
                      “Kumkale” sahilleri ile bütün Gelibolu Şibh-i Ceziresi’ni nısf daire şeklinde kuşattığı görülüyor. Aradan çok zaman geçmeden
                      top sadaları işitilmeğe başladı…

                      Harekât-ı İhrâciye:
                      - Düşman gemilerinin ateşi, bu şiddet ve dehşetle tam yedi, yedibuçuk saat devam etti. Zevalden sonra idi ki, sahilleri
                      tamamıyla dövdüğüne ve zemini ihzar ve tesviye eylediğine kâni‘ olan düşmanın, nakliye sefinelerini sahile yaklaştırarak
                      mavna ve istimbotlarla sahile asker çıkarmağa başladığı görüldü. Bizden hiç ses sada yok. Karaya çıkan düşman askerleri,
                      kafile kafile, şapkalarını çıkararak, ‘Hurra…’ diye bağırıyorlar. İlk çıkanlar ilerliyor, yeni taburlar çıkıyor, onlar da öyle,
                      şapkalarını çıkarıp ‘Hurra…’ nidasını, biraz ilerlemeğe başlamış olanlarınkine karıştırıyorlar. Ne o, zafer ihrâz ve ikmal edildi;
                      ‘Bove’leri, ‘Irrezistibıl’ları ve arkadaşlarını batırıp ka‘r-ı nâ-yâb-ı bahre yollayan istihkâmlar, hemen alınıp zabt edildi mi?
                      Şüphesiz hayır…

                      Tüfenkler Boşalmağa Başladı:
                      - Nihayet, dört saat mütemadiyen aynı şey, düşman kitleleri birbiri arka sıra sahile çıkıyor ‘Hurra…’lar teâküb ve tevâli ediyor,
                      düşman askerleri yürümekte devam eyliyorlar… Bizden hiç ses, sada yok… Bu levha karşısında gayr-i müteharrik ve sâkit
                      kalmak için, askerlerimizin ne kadar sabûr ve metîn olmaları lazım… Fakat, işte, bu sabır ve intizarın da sonu geldi. İleri
                      karakollarımız tüfenklerini boşaltmağa başladılar.
                      Vasatî saat beş raddeleri… Sâkit, gayr-i müteharrik ve gayr-i mer‘î olan askerlerimiz, birdenbire yerden biter gibi, gözüktüler.
                      Orada bizim askerlerimiz mi vardı? Hiç görülmüyor ve hiç de belli olmuyordu…
                      Askerlerimiz, sıçrama adımlarla serî‘ yürüyüşler yapmağa koyuldular. Tüfenk ve mitralyöz ateşi başlamıştı. Düşman askerleri,
                      derhal yerlerinde saymağa başladılar. Şimdiye kadar devam eden mağrurane ilerleyişlerinin sonu gelmişti. Sahne-i harp
                      üzerinde düşmanlar da var ve görülüyor. Askerlerimiz, avcıya dağılmış oldukları halde sıçrama adımla ve berkî bir süratle
                      ilerliyorlar, yerinde sayan düşmana yaklaşıyorlar. Derin âfâkı titreten bir ‘Allah… Allah…’ sadâ-yı ekberi, ovayı dağ ve sırtları
                      kaplıyor; şîrâne bir savlet (aslanvari bir saldırış)…

                      Süngü Tak!. Temas!..
                      - Askerimiz düşmana iki, üç yüz metre yaklaşmıştı. ‘Süngü tak!..’ kumandası ve süngüler parıldamağa ve şakırdamağa
                      başladılar. Şimdi bizimkiler, düşmanın top, tüfenk, mitralyöz ateşine hiç ehemmiyet vermiyor, ellerinde süngüler, yalnız
                      koşuyorlar, koşuyorlar… Çok sürmedi ve temas!..
                      Süngülerin tesâdümü, keskin kasaturalar, tarefeynin sefinelerine saplanıyor… Heyecanlı dakikalar, ne olacaksa, şimdi olacak,
                      ya geri, ya ileri gidilecek… ‘Kumkale’ ve civarı havalisinde tarafeyn askerlerinin telâkî ve tesâdümünden müteşekkil arzânî
                      ve mütemevviç büyük bir kordela teressüm etti. Bu kordela denizden tarafa mı gidecek, yoksa geriye mi dönecekti? Heyecan
                      haddü’l-gayesine varıyordu. (…)


                      Oh, Lehü’l-hamd…
                      Oh, lehülhamd.. Kordela parçalandı. Denize doğru gidiyor. Demek ki, düşman askerleri, hiç mukavemet edememişler.
                      Osmanlı süngüleri karşısında, bir-iki dakikalık bir sebattan sonra yüz çevirmişlerdi. Düşman askerleri, yorgun ve firarî, denize
                      doğru kaçıyorlar, bizimkiler de düşmanın lâşelerini çiğneye çiğneye, düşmanı arkasından süngüleye süngüleye kovalıyorlar.
                      Düşman sefâin-i harbiyesi, askerlerinin bu akıbetinden gafil ve alakasız değil. Kaçanları harbe icbar etmek için üzerlerine ateş
                      açtı. Fakat gördü ki, bir şey yapmak mümkün değil. Kaçanlar, bir türlü geri dönemiyorlardı. Akşam karanlığında, mavnalar,
                      yine sahile döndüler ve denize dökülmüş olan firarîleri toplamağa koyuldular. Lakin mavnalar, bu sefer, sahile çıkardıklarının
                      yarısını bile geri alamıyorlardı. Düşmanın yarısından pek fazlası kırılmış, dökülmüş, hâk-i helâke serilmişti. (…)

                      Zafer ve Galebe İhraz Edilmişti:
                      Artık zafer ve galebe ihrâz edilmişti. Askerimiz, karşısındaki düşmanı ezmiş, tepelemiş, kahkarî bir inhizam ve perişanîye
                      düçar ederek denize sürmüş ve dökmüştü. Gece ezanî saat bir raddelerinde idi ki, (Kumkale)nin en şimalî bir noktasında top
                      ateşi altında olarak tutunabilmiş olan bir kısm-ı kalîlden başka düşman kuvveti mevcut ve mer’î değildi. Tertip edilen bir gece
                      hücumu esnasında bu kısım kuvvet de tard u def‘ olunmuş ve Boğaz’ın Anadolu sahillerinde düşmandan eser bırakılmamıştır.
                      Gündüz saat ezanî on raddelerinden saat bire kadar dört saatlik bir hücum ve takip muharebesi yapan askerimiz, gece saat
                      ikibuçuk-üç raddelerinde mevzilerine avdet etti. Bu şanlı bir dönüştü. ‘Sancağımız, şanımız….’, ‘Annem beni yetiştirdi…’ ve
                      diğer askerî şarkılar, trampetelerin sesleri, bu şanlı dönüşü etrafa ilan eyliyordu. (…)
                      ‘Kumkale’deki muharebeler, bu suretle cereyan etti. Burada düşman, muhakkak nısfından ziyadesini kaybetmiş, karaya
                      çıkardığı (10-15) bin miktarındaki iki livâlık askerinin şöyle böyle ancak üçte birini geri alabilmiştir. Bizim zâyiâtımız, bunca
                      fedakârlıklara rağmen lâ-şey hükmündedir. (…) ‘Kumkale’ muharebâtı, takriben (20-25) bin kişilik bir kuvvet arasında
                      cereyan etmiş, düşman askeri muhtelit akvama mensup bulunmuş idi…”
                                                                                                             Tasvir-i Efkâr, 08.05.1915






                                                                            228
   223   224   225   226   227   228   229   230   231   232   233