Page 440 - Basında Çanakkale Zaferi 1915
P. 440

Basında
                                ZAFERİN İSİMSİZ                     ÇANAKKALE
                                KAHRAMANLARI                                                                        Sabah, 21 Eylül 1915
                                                                          ZAFERİ
                                                                          1915-1916
                               “Zâyiâtımız pek azdı. Yalnız Osman Çavuş yoktu. Aradılar, taradılar, nihayet Osman Çavuş’u
                                    küçük bir çukur kenarında, yüzü güneşe müteveccih olduğu halde yatmış buldular.
                                                      Koca kahraman çoktan Allah’ına kavuşmuştu”







                      Dedesinin intikamını, Çanakkale’de aldı
                      “Son Tebessüm”
                      “Üç günden beri mütemadiyen yağan kar nihayet dinmiş, bir akşam gurûb-ı şemsle beraber hava açılmıştı. Maamafih
                      dışarıda elan dehşetli bir ayaz haküm sürdüğünden hiç kimse sıcak odasını bırakmağa cesaret edemiyordu. Bütün köy ahalisi
                      kışlık küçük odalarında ocak başında toplanmıştı. Bu küçük köy yüksek bir tepede bina edilmiş olduğundan kışı erkenden
                      gelir ve uzun sürerdi. Bu sene de öyle olmuştu. Daha henüz Teşrin-i Evvel sonlarında iken soğuklar, kar fırtınaları başlamış,
                      hele son hafta zarfında yağan kar, bayağı köy ahalisini mahpus gibi evlerinde alıkoymuştu.
                      Ahmed Ağa köyün ileri gelenlerinden ve ihtiyatkâr bir zat olmak hasebiyle daha Eylül’de küçük odasına kilimleri sermiş,
                      köşeye sediri kurmuş, ocağı temizletmiş, erkan şiltelerini ocak yanına yerleştirmişti. Bu sebeple soğuklar kendisini hiç
                      de nagehani yakalayamamıştı. Üç günden beri bütün efrad-ı âile küçük odada, ocak karşısında vakit geçiriyordu. Bu gece
                      yemekten sonra büyük valide köşedeki sedire kurulmuş, Ahmed Ağa ve zevcesi ocak başında yerleşmiş, çocukların kimi
                      büyük validenin yanında, kimi pencere önünde ahz-ı mevki eylemişti. Ak saçlı, nurlu çehreli bir kadın olan büyük valide
                      küçük hafîdine (torunu) sâkinâne bir masal söylüyor, Ahmed Ağa ocaktaki korları çekip yerine odun atmakla uğraşıyor,
                      zevcesi de çorap örüyordu. Ötede pencere önünde bir iskemlede ise henüz bıyıkları terlemeğe başlamış bir baba yiğit
                      oturuyor, kâh kardeşiyle şakalaşıyor, bazen de dışarısını seyr eyliyordu.
                      Hava açılmış, parlak  bir mehtap arz-ı dîdâr etmişti. Mehtabın nurlu ziyâları beyaz karlara aks ettikçe bir kat daha parlıyor,
                      temaşasına doyulamayacak bir letafet arz ediyordu. Uzakta devam edip giden tepeler, üzerlerindeki sık (ve) karlı ormanları
                      ile birer gelin alayını andırıyorlardı.
                      Ahmed Ağa korları çekip birkaç odun daha attıktan sonra kalktı, karşıdan odunların parlayışını seyretmeğe başladı. Şimdi
                      kurumuş ve suret-i mahsûsa da kesilmiş olan bu odunlar latif bir çatırdı ile ve parlak bir ziyâ neşr ederek yanıyor, odaya
                      başka bir şevk ve neş’e veriyordu. Ahmed Ağa bir müddet bunu seyrettikten sonra hatırına bir şey gelmiş gibi büyük oğluna
                      dönerek:
                      - Osman, muayene için bizi ne günü kasabaya çağırıyorlardı?
                      - Yarın babacığım.
                      - Bak yine kısmetimiz varmış ki hava açıldı. Yarın kolayca kasabaya gidebileceğiz. Eyy, demek sen de artık asker oluyorsun?!..
                      Osman bayağı bir hiss-i gurur ile koltuklarını kabartarak cevap verdi:
                      - Elbette babacığım. Sen de benim boyumda iken asker olmadın mı?..
                      - Ne demek oğlum… Hepimiz vazifemizi yaptık. Ben tamam (tam) dört harbe girdim, cümlesinde gazi döndüm, şehitlik
                      nimeti yalnız babama nasip olmuş… Bak büyük annene ki sor, o sana anlatsın.
                      Şimdiye kadar masal söylemekle meşgul olan büyük valide başını kaldırdı:
                      - Maşallah, maşallah, demek Osman da asker oluyor. Çok şükür Cenab-ı Hakka bana bugünü de gösterdi, bak oğlum,
                      büyük baban Moskof Harbi’nde şehid düştü. Üzerinde çıkan mektubu bana gönderdiler, bu mektupta, şehid olursa Türk
                      ve Müslüman düşmanlarından intikam almağı oğullarına vasiyet ediyordu. Baban vazifesini yaptı. Sıra sana geldi. Sen de
                      yüzümüzü ağartırsan, ben gönlüm rahat olarak Allah’ıma kavuşacağım.
                      Osman bir-iki dakika sükûttan sonra cevap verdi:
                      - Dinim hakkı için yemin ederim ki ben de büyük babamın vasıyetini yerine getirecek, o uğurda ya gazi, ya şehid olacağım.
                      ***
                      Osman Çavuş az (bir) zaman zarfında üçüncü bölükte teferrüt etmiş, herkesin hürmet ve muhabbetini kazanmıştı.
                      Talimlerde o kadar büyük itaat ve istidat göstermişti ki zabitleri az zaman zarfında kendisini çavuş yapmışlar ve her fırsatta
                      taltif etmekte bulunmuşlardı. Allah için Osman Çavuş da hakikaten büyük gayretle çalışıyor, üçüncü bölüğün adeta bir
                      numune bölüğü olacak hale gelmesi için zabitleri ile birlikte gece gündüz uğraşıyordu. Bu gayretin semeresi az zamanda
                      görülmüş, üçüncü bölükten yanlış bir manevra, bir hareket sâdır olması gayr-i kâbil bulunmuştu. Bu bölük sanki kurulmuş
                      bir makine gibi birden ve kemal-i intizamla hareket ederdi.
                      Çanakkale’de muharebe başlayıp düşman Gelibolu şibh-i ceziresine asker çıkarmağa başladığı zaman Osman Çavuş’un taburu
                      da Boğaza sevk edilmişti. Osman hareket ettiği zaman pek şen, pek neşeli idi. Köyünden ayrıldığı gece büyük validesinin
                      söylediği sözleri düşünüyor, büyük babasının vasiyetini hatırına getiriyordu. Bu vasiyeti yerine getirebileceği, İslamlığın
                      kalpgâhına (v)urmak isteyen düşmanla cenkleşeceği için daha başka bir meserret duyuyordu. O istiyordu ki hemen düşmanla
                      karşı karşıya gelsin ve boğaz boğaza cenk etmeğe, düşmandan intikam almağa başlasın. Fakat epeyce bir müddet intizar
                      etmek lazım geldi. Çanakkale’ye gidip mevkilerini aldıktan sonra da düşmanın korkaklığı hasebiyle günlerce dar bir siperde
                      (be)klemeğe mecbur kaldı. Nihayet bir gün bu kadar zamandan beri beklediği cenk düğünü başladı. Zabitler süngü hücumu
                      için emir verdiler.
                      Osman Çavuş işte şimdi hakikaten görülecek bir heybet-i şîrane almıştı. Bölüğün en önünde, süngüsü ileriye müteveccih:
                      ‘Allah, Allah’ diye bağırarak koşuyor, kalbinde yalnız aşk-ı vatan, fikrinde büyükbabasının vasiyeti olduğu halde saldırıyordu.
                      Nihayet süngü süngüye  geldiler. Dehşetli bir çatışma başladı. Yaralanan, devrilen, düşüp kalkanın hadd ü hesabı yoktu. Fakat
                      bütün bu herc ü merc içinde Osman Çavuş’un şîrâne nidaları en üste çıkıyordu. Nihayet düşman bu kahramanların seyl-i
                      savletine tahammül edememiş, adım adım geri çekilmeğe, bizimkiler de kendilerini takip etmeğe başlamıştı.
                      Akşam güneş gurûba yaklaştığı bir sırada artık düşman kâmilen deniz kenarına kadar sürülmüş, büyük bir sille-i te’dip
                      yemişti. Bizim kahramanlar tecemmü‘ etmiş ve yoklama yapmağa başlamıştı. Zâyiâtımız pek azdı. Yalnız Osman Çavuş
                      yoktu. Aradılar, taradılar, nihayet Osman Çavuşu küçük bir çukur kenarında, yüzü güneşe müteveccih olduğu halde yatmış
                      buldular. Koca kahraman çoktan Allah’ına kavuşmuştu. Yüzünde müsterîhan, vazifesini ifa ettikten sonra terk-i hayat
                      edenlere mahsus bir tebessüm vardı. Osman Çavuş sözünü tutmuş, büyükbabasının intikamını almıştı.”
                      Enis Tahsin
                                                                                                                   Sabah, 21.09.1915






                                                                            440
   435   436   437   438   439   440   441   442   443   444   445